Şehr-i İstanbu'un bilinmeyenlerini ve tarihi mekanlarını Gazeteci Yazar Sayın Fahri SARRAFOĞLU'nun sunumu ile vakfımızda öğrendik.
Fahri Sarrafoğlu/ Eyüp Sultan’da bulunan “tek padişah” türbesi olan Sultan Reşat Türbesi aynı zamanda yapılışı ile de bir edebi sergiliyor. Sultan Reşat, Eyüp Sultan Hazretlerine olan saygısından dolayı, türbenin yanına değil deniz tarafına yaptırmıştı ki, bu İstanbul’un manevi fatihi ve misafirine karşı bir saygısızlık olmasın. Öncelikle bir fotoğraf göstereyim size. Nedir bu fotoğraf? Sultanahmet Camii’ne, Fatih Camii’ne ve bir de Süleymaniye Camii’ne bir gidin, orada bu camileri gezenlerin kimler olduğuna bir bakın! Baktığınızda İstanbul’un sahibinin kim olduğunu görürsünüz. Fotoğrafta ne var? Yabancılar, turistler var. Yeni yeni şimdi Araplar geliyor. Eee bizim gençler nerede? Nerede üniversite gençliği? Bırakın dışarıyı, İstanbul’da yaşayan, üniversite okuyan gençlere “Fatih Camii nerede?” diye soruyorum, 5 yıl olmuş geleli ama İstanbul’dan bihaber. Öğrencilerime “Süleymaniye Camii’ni gördün mü?” diye soruyorum; onlar da “Ya hocam dersten vakit bulamıyoruz, gidemiyoruz” diyorlar.
“İstanbul’un sahibi kim?” diye sorduğumuzda “İstanbul’un sahibi gençler”diyebilirim ancak. Bu da tabi anlatılmayınca olacak iş değil. Tarihimiz gençlere kuru kuru anlatıldığı için onlar da sıkılıyor haklı olarak. Rakamsal bilgilerle, tarihi olaylarla anlatılıp bırakılan bir tarih öğretme anlayışımız var. Bu cami şu tarihte yapıldı, mimarı şu, özellikleri de bu şeklinde anlatılıp geçildiği için gençler de haklı olarak sıkılıyorlar. Güzel bir cami, namaz kılıyoruz, evet. Ama bunun hikâyesi nedir? İşte onun için gençlere ve bunu anlatacak kişilere iş düşüyor.
Mesela, Süleymaniye Camii’ni anlatırken minarelerinin neden el şeklinde, duadaymış gibi göründüğünü anlatıyorum. Oradaki 4-10 meselesi nedir? Hafif sağ ya da sol tarafa dönse ne olurdu? Bunların anlatılması lazım!
Hangi eserimiz olursa olsun Osmanlı neden bazı Bizans eserlerini onarmış, ihya etmiş, ötekileştirmemiş? Buradaki anlayış güzelliği neydi? Demek ki Osmanlı bir şey yapmış. Bugün bazılarının yakıp-yıktığını Osmanlı yapmamış. Tam tersi işlevselleştirmiş, kullanılır hale getirmiş. Kiliselerini, su terazilerini, çeşmelerini insanların kullanımına sunmuş. Bugün 2 bin yıllık bir eser olan Bozdoğan Kemeri hâlâ önümüzde duruyor. Demek ki Osmanlı, iki kültürü meczetmiş, birleştirmiş. Bunları o zaman gençlerimize anlatalım.
Bizim dedelerimiz merak edilecek insanlar. Gelmişler 1453’te İstanbul’u fethetmişler ve yeni bir şeyler yapmışlar. Yaparken de ne yapmışız buna dikkat edelim! Hep soruyorum “İstanbul’un merkezi neresidir?” diye. Çocuk bilmiyor. “Taksim” diyor. İstanbul’un merkezi Taksim değil, Şehzadebaşı’nın köşesindeki mavi mermer taştır.
İstanbul’un surları 33 km’dir. Ve bu surların ortasıdır orası. Mimar Sinan ölçmüş biçmiş ve demiş ki burası İstanbul’un ortası. Ve oraya o taşı koymuş. “Merkez” demiş. Yani merkeze oturtturmuş Şehzadebaşı Camii’ni. Hep bir mânası vardır.
Mesela eski Osmanlı camilerinin dış pencerelerinde yatay ve dikey şeklinde demirler ve üzerlerinde halkalar vardır. Bu ne demektir? Camilerin iç pencerelerinde, türbelerde, hazirelerde gördüğümüz bu halkalar Kur’ân ve sünneti temsil eder. Yukarıdan aşağı olan Kur’ân, sağa doğru dönen de sünnettir. Yani “Allah’ım Kur’ân ve sünnetten beni ayırma!” mânâsını taşır.
Gençlerimizle camiyi gezmeye geldiğimizde daha içeri girmeden duruyoruz, “bakın bu Osmanlı camilerinin birçoğunda görebileceğiniz ‘zıvana’dır” diyorum. Caminin dış pencerelerinde yer alan demir örgüler ve onlara dikkatli baktığınızda görebileceğiniz düğüm noktaları yani zıvanadır. Hani derler ya “beni zıvanadan çıkartma”, bunun mânâsı “Allah’ım sen beni Kur’ân ve sünnetten ayırma” anlamına geliyor. Bunu anlattığım zaman çocuklar “aa” yapıyor! İşte “aa” yaptıralım. Gençlerimize tarihi eserlerimizi “aa” yaptırarak gezdirelim.
Neden Süleymaniye’nin vitrayları dediğimiz mihrabın üstündeki o renkli camlar ışıl ışıl ve çok farklı? Niye oraya koymuş ecdad onları? Güneş doğduğunda gökkuşağı gibi olmasının ne mânâsı var? Çünkü güneş doğduğu zaman camiye ayrı bir letafet, ışıltı verir bu camlar. Bunun bir de işlevsel yönü vardır, saatimiz olmadığı için İşrak vaktinin geldiğini anlatır bize. Böylece insanlar İşrak namazına durmuşlardır.
Mesela, Fatih Camii’nde özellikle müezzin mahfili üzerindeki resim. Bu resimde Fatih Camii ve yanında Topkapı Sarayı vardır. Hemen onun yanında Mekke ve Medine’yi görürsünüz. Resmin siluetinde dünya haritası vardır. Bu resim şunu der bize: “Müslüman, dünyanın gidişatından sorumludur.”
Müslüman, dünyanın gidişatından sorumlu, işte bu bizim için önemli. Bu resmin hikâyesi nedir? Neden buraya asılmıştır? Kim getirmiştir? İşte bunu gençlerin merak edip sorması gerekiyor. Gençleri her tarihi eserle buluşturduğumuzda “Aa aa!” dedirteceğiz.
Şadırvan mesela. Şadırvan ne demek? Abdest alınan yer. Değil. O birinci işlevi. Şadırvanların özellikleri nedir? En önemli özelliği caminin içerisine oksijen vermesi, havayı tazelemesi. Şadırvanda su akıp gidiyor. Havuzun boşalıp dolmasının bana faydası nedir? Güzel ses. Hayır. Her akışında caminin altından ve üstünden oksijen gidiyor içeriye, caminin içindeki havayı temizliyor.
Eyüp Sultan Hazretleri’ne… İstanbul’un fethi için Eyüp Sultan Hazretleri’nin İstanbul’a ikinci gelişi… Gece saat 2,5 civarında genç sahabelerle birlikte İstanbul’a “huruç” ediyorlar. Eğrikapı taraflarına geliyorlar, tabi surları kıramıyorlar. O dönemde Grejuva ateşi (Rum ateşi) var. 7 maddeden oluşan bu ateş önüne çıkan her şeyi yakıyor ve suyu da çok seviyor. Ateşi söndürmek için üzerine dökülen suyla daha da canlanıp yanıyor. Bunun panzehiri yok. Allah vermesin, bunun ölümü de çok acı oluyor.
Sahabeler İstanbul’a sessizce huruç yapacakları sırada bir Bizans askeri onları fark ediyor. Hemen aşağıya üzerlerine doğru Grejuva ateşi geliyor ve birden “cıs” diye bir ses. Askerler ve Eyüp Sultan Hazretleri şaşıyor. Meğer onlarla birlikte gelen at ve develerin idrarı Grejuva ateşinin panzehriymiş. Hemen develerin idrarını fıçılara dolduruyor ve bunu kullanıyorlar. Rum ateşinin panzehrini bulan kim oluyor: Eyüp Sultan Hazretleri. Ve İstanbul’a geldiklerinde develeri kestiriyor, kule yaptırıyor, kulelerin de dışına deve derisini sardırıyor. Savaşta ahşap kulelerin bu sayede yanması önleniyor. Yani Eyüp Sultan Hazretleri bununla da amyantı buluyor. Gençlerin birçoğu bunları dinlerken şaşırıyor.
Millet Kütüphanesi’nin ismi mesela. Fatih-Fevzipaşa’da bulunan alelade bir kütüphanedir. Özelliği nedir Millet Kütüphanesi’nin? Burasının adı önce Feyzullah Efendi Kütüphanesi’dir fakat daha sonra İstanbul’un 1918-1923 arası işgali sonrasında adı değişmiştir. Niye adı sonradan Millet Kütüphanesi olmuştur? Şundan:
İstanbul’u işgal eden Fransız komutan geliyor ve bu kütüphanenin içerisine giriyor, kitapların arasında Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügati Türk’ünün elyazmasını görüyor. Bunları Paris’e götürmek istiyor. 30 bin altın teklif ediyor. Kime? Bugün kendi adını taşıyan kütüphaneci Ali Emiri Efendi’ye. Ve ekliyor: “Bu kitapları alalım, sana 30 bin altın ve artı maaş, sen de gel Fransa’da yaşa.” Ali Emiri Efendi, “Gelemem. Sahibinden izin almak lazım!” diyor. Komutan, “buranın sahibi kim, ondan izin alayım ben” diye sorunca o da cevaben “millet” diyor. Ondan sonra adı “Millet Kütüphanesi” oluyor. Millet de bu esere sahip çıkıyor. Dünyanın en önemli eseri Kaşgarlı’nın Divan’ı ülkemizdeki nadir nüshalardan biridir. Hâlâ burada bir odada korunmaktadır.
İstanbul’un fethini en çok merak ediyorlar. Fetih nasıl oldu? Gemiler karadan nasıl yürütüldü? Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi için geldiğinde Haliç zincirlerle kapandı ve gemiler karadan yürütülecek. Gemilerin karadan yürütülmesi peki bir gecede mi oldu? Ya da ilk defa burada Fatih’in düşünüp uyguladığı bir şey miydi? Hayır. 960 yılında ilk defa Avar Türkleri İstanbul’a geliyor ve burayı kuşatıyor, onlar da Haliç’e kapanıyor, ilk defa onlar burada karadan gemilerini yürütmüşlerdir.
İşte tarihi bileceksiniz. Fatih Sultan Mehmet Han eğer tarihini bilmeseydi nerden öğrenecekti gemileri karadan yürütmeyi. Tarih okudu, öğrendi, o güzergâhı kullandı, B planı olarak bunu önceden görerek gemilerin geçeceği yolları ve sürülecek yağları hazırladı ve Haliç’e böyle indi. Fatih iyi bir stratejistti. Mesela, karadan yürütülen gemilerin hepsi gerçek değildi. Çakma gemiler de geldi. 20-30 tane gemi nasıl bir gecede inecek? 10 tane büyük ana gemi indi, geri kalanı çakma gemiydi. Düşmanın moralini bozmak için bunu yapmıştı.